Ana Sayfa
Prof.dr.tayfun Amman'ın 2014-2015 Açılış Dersi
Prof.Dr.Tayfun Amman'ın 2014-2015 Açılış Dersi

Prof.Dr.Tayfun Amman'ın 2014-2015 Açılış Dersi

Sayın meslektaşlarım, değerli öğrencilerim,

2014-2015 Eğitim ve Öğretim yılı hepimize hayırlı olsun. Ben bölüm Başkanımızın sözlerine teşekkür ederek başlamak istiyorum. Benim sizinle olan dersim 3. ve 4. Yıllarda olacaktır. Dolasıyla benim sizinle 1. ve 2. Yıl tanışma fırsatım olmayacak.

Bu yüzden çok memnun oldum, teşekkürler. Çocuk gençlerden artık genç yetişkin safhasına erişmiş bulunuyorsunuz. Aynı zamanda üniversiteye gelmiş bulunuyorsunuz. Yani bilimin asıl olarak yapıldığı müesseseye gelmiş bulunuyorsunuz. O halde ilk ve ortaöğrenimdeki bütün öğrendiklerimizi bir alt yapı ve hazırlık olarak kabul edeceğiz. Ama biraz ondan, biraz bundan da bilim olmuyor. Sınavlardan geçiyorsunuz,unutuyorsunuz. Şimdi bana lisedeki bilgilerimden soru sorsanız hatırlayamam. Demek ki asıl iş şimdi başlıyor. Yine de kelimelerin hakkını vererek konuşmamız gerekiyor.

Asıl iş şimdi başlıyor

Dikkat ederseniz sizlere değerli öğrenciler diye hitap ettim, çok değerli öğrenciler demedim. Değerlisiniz. Niçin? Bunu açıklamak istiyorum.

Peki aranızda kimler çok değerli olacak? Sonra da bunu söylemek istiyorum. Değerlisiniz; çünkü her insan değerlidir öncelikle; ama siz ayrı bir değerlisiniz.

Niçin? Sosyologca bakalım. Şu anda en büyük yatırım insana yatırımdır. Ve siz de seçilmiş kişiler olarak Türkiye ortalamasının üzerinde bir eğitime sahipsiniz. Bu yüzden değerlisiniz. İkinci olarak yüzbinlerce akranınızı geride bırakarak buralara geldiniz. Bu sınav dünya çapında zor olan bir sınavdır. Galiba bir Japonya’da bir de Türkiye’de yapılıyor. Böyle bir sınavla yüzbinlerce arkadaşınızı geride bırakarak geldiniz. Bu kampüs, bu kadar hoca, bu kadar idari personel, hizmetliler vs. trilyonluk rakamlardan söz ediyoruz. Bunların hepsi sizin için arkadaşlar. Sizler olmazsanız bunların hiçbirinin bir anlamı yok. Ve son olarak çoğunuz devlet okullarında okudunuz. Yani sizin yetişmeniz için gerekli olan kaynağı 77 milyon Türk milleti karşıladı. Kimler karşıladı? Vergi veren herkes karşıladı. Bekar olanlar, evli olup çocuğu olmayanlar, çocuğu olup çocuğu üniversiteyi kazanamayanlar. Ama bu ülke bir yerlere gidebilmek için bu kadar insandan topladığı vergileri sizler okuyasınız diye devlet okullarında ilköğretim ortaöğretim kurumlarında sizler için harcıyor. Ve siz bu ülkeyi, demek ki bu imkanlardan yararlanamayan akranlarınızla karşılaştırdığımızda daha çok şey borçlusunuz. Bu borcunuzun bilincinde olduğunuzu düşünüyorum. Bu yüzden değerlisiniz. Demek ki bu ülke, sizlerden çok şey bekliyor. Bunun karşılığını nasıl verebilirsiniz? Bu 4 yıllık eğitiminizin hakkını vererek. Yani bilimin hakkını vererek.

Peki aranızda kimler çok değerli olacak? Bu 4 yılı en iyi şekilde değerlendirecek olanlar. Sadece bölümdeki derslerle sınıfımı geçeyim yeter demeyenler. Üniversitenin sağladığı tüm imkanlardan, hatta Sakarya’nın sağladığı tüm imkanlardan, hatta İstanbul’da bağı varsa, hafta sonu oraya giderek, orada olan imkanlardan kültürel, sosyal, sportif olarak faydalandım. Ben 4 yılda üniversiteden diploma aldım; bu diplomanın yanında neler yaptım? Bu 4 yıl içerisinde, genel kültürümü şu kadar artırdım, yabancı dil öğrendim, bilgisayar becerilerimi geliştirdim, üniversitenin kulüplerinde etkin görevler üstlenerek başka bir bölümlerden de arkadaş ve çevre edindim. Ben şayet hayata atıldığım zaman benim çevrem sadece sosyologlarla sınırlı değil, mimar, mühendis, hekim, şu, bu, böyle bir çevrem var; Bakın, Üniversitenin kampüsünün sağladığı imkanlar var, bunları değerlendirenler. İşte onlar, yani sınıftaki sırf derslerle yetinmeyen ve her türlü olumlu çabayı gösterenler, benim gözümde, çok değerli olacak olanlar bunlardır.

Otobüs yolculuğu gibi bir hayat olmasın

Bu 4 yılı, bir otobüs yolculuğu gibi düşününüz. Bir otobüs yolculuğunda insanlar yan yana otururlar, birbirleriyle sohbet edip konuşabilirler. Sonra yolculuk bittiği zaman, herkes kendi yoluna gider ve orada biter. Bir otobüs yolculuğu gibi olabilir bu 4 yılınız, ama olmasın. Ömür boyu devam edecek kalıcı arkadaşlıklarınız, dostluklarınızın kurulduğu bir yer olsun. Her bakımdan maddi manevi kazançlı çıkarsınız. Belki yarın, bir yere iş başvurusunda bulunacaksınız. Çevreniz olmasa, sizin bu iş fırsatından haberiniz bile olmayacak; ama bir arkadaşınız sizi arayacak; bak şurada şöyle bir iş var, başvursana gibi.

Şimdi, bilim diyoruz; sosyoloji bir bilimdir. Ama insanlar, felsefi olarak bunu tartışabilirler. Ama biz herhangi bir şeyi tartıştığımız zaman önce kavramlarda ve kavramların tanımlarında anlaşmaya bakarız. Sonra da tanımdaki unsurları taşıyorsa ona bilim deriz.

Sosyoloji bir bilimdir. O halde bilimle ilgili söyleyeceğimiz her şey, sosyoloji için de öncelikle geçerlidir. “Peki, bilim ne?” Diyeceksiniz ki, her şeyin temeline indiğimizde, hayattaki iki şeyin birleştirilmesiyle bunun ortaya çıktığını görürüz. Arkadaşlar bunlardan birincisi, tabiattaki bir özellik; diğeri, insandaki bir özelliktir: Bu iki özellik bir arada buluştuğu anda, ortaya bilim çıkıyor. Tamam, tabiattaki özelliğin adı düzenliliktir; peki insandaki özelliğin adı da nedir? O da akıldır. Akıl bu düzenliliği aramaya başladığı zaman, ortak olan şey bilimdir. Demek ki, insan da, akıllı bir varlık olduğuna, tabiatta da bir düzenlilik olduğuna göre buradan çıkacak sonuç şudur: “Hayat Öğretir” ; ama Einstein diyor ki “Bilim, hayatın bize öğrettiği şeyleri daha yakini yoldan bize öğretmekten ibarettir.” Dedik ya, hayat, bize ateşi yakmamızı, suyun buharlaştığını, taşın düştüğünü falan öğretir. Ama biz ateş nasıl yanıyor, taş nasıl düşüyor diye araştırdığımız, orada yanmayla ilgili, düşmeyle ilgili fiziksel bilgilere ulaştığımız zaman, birisinden yangın tüplerini yapacak teknolojiye, öbüründen  de havada uçacak helikopterlere uçaklara vesairelere ulaşabiliriz.

Bilim niçin önemlidir?

O halde bilim niçin bu kadar önemlidir? Bir güç olduğu için önemlidir. Kim güçlü? Bilimi, kim ne kadar üretiyorsa;; bilime kim, ne kadar sahipse, bugün dünyada o kadar saygındır. Mesela ABD, ekonomide rakipleri olan bir devdir. Siyasette rakipleri az olan bir devdir; kültürünü yaymada rakipsiz bir devdir. Baktığımız zaman, özellikle sosyal bilimlerde büyük bir yoğunluk ve ilgi ABD’dedir. Bilgiyi kim üretirse, o kadar üstündür ve  dünyayı o yönetir.

Niçin Sosyal Bilim, Niçin Sosyoloji?

Bilimsel kabul edilen yöntemlerle, tabiata yöneldiğimiz zaman, oradan doğa bilimleri dediğimiz bilimler ortaya çıkıyor. Bilimsel kabul edilen yöntemlerle topluma yöneldiğimiz zaman oradan da sosyal bilimler ortaya çıkıyor. Sosyoloji, sosyal bilimler dediğimiz o geniş grubun içindedir, o bilimlerden biridir.

Sosyal bilimleri birinci özelliği nedir? İnsanı,  insana özgü özellikleri ile incelemesidir.  Demek ki tıp bir sosyal bilim midir? Hayır değil. Niçin değil? Çünkü, tıp gözümüzü, beynimizi, midemizi, kaslarımızı, kemiklerimizi incelediği zaman, bunlar bizim tabiattaki diğer canlılarla ortak özelliğimiz olan yönlerimizdir. Ama insanı, insana özgü özellikleriyle incelediğimiz zaman sosyal bilimler olur.  Şimdi karıncaların hayatını inceleyebiliriz. Karıncaların da bir sosyal hayatı vardır, arıların da vardır; ama binlerce yıldır aynı biçimde süregiden ve tekrarlayan bir hayatları var. Ama buna karşılık, insan hayatı, yenilenen bir hayattır.

Demek ki sosyolojik bir bilim, genel olarak da sosyal bilimler, insana özgü yönleri inceleyen bilgi olduğundan, doğrudan ortaya şu çıkıyor ki şayet bizler yenilenen hayatları yaşıyor olmasaydık sosyoloji diye bir bilime ihtiyaç olmayacaktı. Nerede değişme var, nerede yenileşme var, orada sorunlar var demektir. Nerede sorunlar varsa, orada sosyal bilimler var, özellikle sosyoloji var demektir. Demek ki sosyoloji, sorunları olan toplumların bilimidir; eğer sorunlar, bu sorunları düşünen ve bu sorunları aşmaya çalışan toplumlar varsa sosyolojiye ihtiyaç var demektir.  O yüzden sosyoloji endüstri toplumlarının, kent toplumlarının bilimidir.

Modernleşme sürecinde yol kat etmemiş toplumlarda sosyoloji işlevsel bir bilim değildir. O yüzden 100 yıl önce Türkiye’de sosyoloji kurulurken ya da yakın zamanlara doğru gelirken daha çok ideolojik bir bilim olarak aramızdaydı. Yani modernleşme sürecinde yapılması gerekenleri, siyasi iradenin yapılmasının gerekli gördüğü şeyleri meşrulaştırmaya, onun bilimsel yapısını oluşturmaya çalışan bir bilimdi. Ama artık Türkiye, modernleşmenin sorunlarıyla karşılaşıyor. Modernleşmenin getirdiği sorunlar var; bakın psikolojik sorunlarımız, boşanmalar, intiharlar artıyor, şu oluyor, bu oluyor… Demek ki Türkiye’de sosyoloji, işlevsel bir bilim olma yolunda ilerliyor. Bu nedir? Bu, aynı batı ülkelerinde olduğu gibi, önümüzdeki geçen her yılda ki sizin kuşağınız bunları görecek, sosyolojinin itibarı, sosyal bilimlerle birlikte bu ülkede artmaya devam edecek. Dolayısıyla geleceği olan bir alana yatırım yaptığınızı ifade etmek istiyorum.

Benim sosyolojiye yöneldiğim zamanlar, bunların hiçbirisi yoktu. Ben sosyolojiye tamamen kişisel ilgi ve merakla hatta pek çok insanın aptalca bir karar olarak düşündüğü bir yönelimle, yani Tıp Fakültesini bitirip, üç yıl hekim olarak çalıştıktan sonra bu işe yöneldim. Eğer o günden, bu günleri görüyor olsaydım, kendimi çok akıllı bir insan olarak düşünebilirdim. Bakın  yirmi-yirmibeş yıl sonra, Türkiye şuraya gelecek, ben bunu şimdiden görüyorum diyebilirdim; ama böyle bir şey yok. Ben tamamen kişisel  bir ilgi ile bu işe yöneldim.

Bakın az önce küçük bir soru sordum ve aranızda bir miktar, öncelikli tercihi sosyoloji olanların var olduğunu gördüm. Bu bile önemli bir göstergedir. İlk tercihiniz sosyoloji olsun ya da olmasın, mesele nedir? Mesele, bu eğitim sürecinde sosyolojiyi benimseyip sevebiliyor muyuz, çalışabiliyor muyuz, ilerleyebiliyor muyuz? Bunu sağlamak hocalar olarak bizim de görevimizdir. Bu niçin önemli? Şundan dolayı önemlidir. Yorgunluğun psikolojisinde bıkkınlık vardır; insanlar nerede yorulmazlar? Sevdiği şeylerde yorulmazlar. Dolayısıyla bir kişi, neyi, ne kadar seviyorsa, o kadar çok yorulmadan çalışabilir. Bu çalışma, başarıyı getirir. Bilim, sanat gibi değildir; bilim, özel bir yetenek gerektirmiyor; bilim, sadece arzu ve iradeyi gerektiriyor, sevmeyi, istemeyi, disiplini ve yükselip çalışmayı gerektiriyor. Dolayısıyla, benim, bilime yeteneğim yok, ya da benim bilime yeteneğim var diye düşünmenin çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum. O halde, ne kadar seversek, o kadar başarılı olacağız, bunu bilelim; ama sevmek için de ünsiyet lazımdır. Dedelerimiz ne güzel söylemiş; “Ünsiyetten muhabbet doğar” diye. Bakın hayatta sevilmeyecek şeyler de vardır ama insanlar bir biçimde bir müddet beraber olduktan tiryakisi oluyorlar, seviyorlar, vazgeçemiyor, bu tamam, ama kötü olan şey kötü şeylere ünsiyette bulunmaktır. Bilim gibi değerli olan bir şeyin önemini, bu sıralara oturduktan sonra fark edeceksiniz. Yeter ki derslere katılın, merak edin, okuyun, sorgulayın, eleştirin, sevmeye başlayacaksınız ve muhtemelen sınıflar ilerledikçe de, iyi ki sosyolog oluyorum demeye başlayacaksınız.

Arkadaşlar, Bilim, şu anda dünya çapında, itibarı en yüksek olan şeydir. Türkiye’nin eğitim düzeyi arttıkça bilime olan değer artıyor. Bilim adamları dediğimiz zaman, insanlara akan sular duruyor. Diyelim ki Atatürk dediğimiz zaman, itibarı, Türkiye çapındadır; İslam ve   Kur’an dediğimiz zaman, itibarı İslam ülkeleri kadar, yani bir milyar yedi yüz bin Müslüman kadardır. Ama bilim dediğimiz zaman, 7 milyar insan kadardır, tüm ülkeleri tüm milletleri kapsar. Hayatta bir şey ne kadar değerlenirse o kadar itibar görür.  Atatürk söz konusu olduğunda gerçek Atatürkçüler vardır, Atatürkçülükten geçinen vardır, Atatürk’ten geçinen vardır. Müslümanlık söz konusu olduğunda, samimi dindarlar vardır, dindar geçinen vardır, dinden geçinen vardır. Bilim söz konusu olduğunda gerçekten bilimin hakkını verenler, bilimi önemseyenler vardır, bilimci geçinenler ve de bilimden geçinenler vardır. Sosyoloji eğitimi ile bu ayrımları çok rahatlıkla yapabilir hale gelebilirsiniz.

O halde bilim ve sosyoloji söz konusu olduğu zaman bazı ayrımları yapabilmemiz lazım. Bilim karşında insanları birkaç ana gruba ayırabiliriz. Birinci ana grup, ahmakça reddediş içinde olanlardır. Bu insanlardan Türkiye’de yüzbinlerce vardır. Şöyle konuşurlar ‘Abi boş versene, bilim dediğin nedir ki bana ne’ diye. Mesela televizyonda denk gelmiştim. Röportaj yapıyorlar. AİDS diye bir hastalık var, insanlar şöyle diyor; "Abi ben hamsi yiyorum, bana bir şey olmaz.." İkinci grup daha da kalabalıktır birincisinden. Bu ikinci grup aptalca kabul eder, bunun sayısı da milyonlarcadır. Bilim adına duydukları her şeyin hemen üzerine atlıyorlar. Hanımlar konuşuyor: “ Aa! Çikolata çok yararlıdır, hemen yiyelim o zaman.” Diye. Nerden duydun? “Bir uzman televizyona çıktı, söyledi.” Peki o bilginin arkasında o uzmanın arkasında hangi çikolatayı üreten holding var, hangi çıkarlarla nasıl araştırma yaptırdılar da onları konuşturdular? Buna da aptalca kabul ediş diyelim. Demek ki bilim karşısında gerçekten bir üniversiteliye yakışan durum, bu ikisinin de olumsuzluklarından korunmaktır. Ahmakça kabul edişten nasıl korunacak? Bilime değer vererek, bilimi sorgulayarak, eleştirerek, araştırarak. Demek ki bilinçli tavır, bu iki yanlış tavrın hatalarından kurtulabilen, sorgulayabilen, eleştirebilen tavırdır. Peki nasıl sorgulayabiliriz, nasıl eleştirebiliriz? Bu, uzmanı olduğumuz alanda daha kolaydır. Uzmanı olmadığımız alanlarda ise bir kaç soru ile bunu sorgulayabiliriz. Ekranlardan bize sunulan, gazetelerden ya da dergilerden karşımıza çıkarılan bilgiyi kim üretti, nerde üretti, üretenlerin itibarları nedir, ne kadardır? Bu bilgiyi kimler finanse etmiştir? En önemlisi, bu bilgi, piyasaya sürüldüğü zaman o alanın ciddi uzmanlarından başka, kimler ne gibi değerlendirmeler yapmışlardır? Bir yerde uzmanlar ne kadar anlaşamıyorsa, orada, o bilgide o kadar problem vardır.

Sosyolog olmak ne demektir?

Sosyoloji, hem işlevsel önemi hem de ideolojik ağırlığı olan bir bilim olduğuna göre sosyolog olmaya başlamak demek; birincisi gerçekten bilimsel bir zihniyetle toplumsal konular üzerinde düşünebilir hale gelmektir. İkincisi doğa bilimlerinden farklı olarak yerel düşünebilmektir. Yerel düşünebilmek yani Amerika’da üretilen bir bilgi, Türkiye’ye ne kadar gerçekçi, gelir araştırma düzeyi nedir, onların kavramlarının bizim sosyal gerçekliğimizle uygunluğunu test ettik de mi kullanıyoruz? Üçüncü olarak zaman ve mekanla kayıtlı bir bilgidir, sosyoloji. Örneğin bir ödevi bir öğrenci bir kitaptan bir kitaba atıfta bulunarak “Yararlı, bunu şu kitaptan aldım.” diyor ama o kitap yazılalı 20 yıl olmuş ve 20 yılda köprünün altından çok sular geçmiş, dolayısıyla o bilgi 20 yıl öncesinin bilgisidir. Ben 2014 yılında Sakarya’da aile yapısını incelerken, araştırırken bir takım bilgiler üretirsem 2024 yılında bu bilgilerin hala geçerli olduğunu test etmeden o bilgileri kullanamayız. Demek ki zaman ve mekanla kayıtlı bilgi derken kastettiğimiz budur. Demek ki sosyolog, bilimsel düşünen, sosyal faktörlerle düşünen, esnek düşünen, çoğul düşünen, özeldeki geneli görebilen, geneldeki özeli atlamayan ve en önemlisi yüksek bir ahlaki duyguyla "Ben, olabilenin ‘en iyisini yapmalıyım, çünkü ben toplumun önünü açacağım, mikro çalışıyorum, bir ailenin önünü açacağım, bir aileyi yıkılmaktan kurtaracağım, belki bir ailede anne baba çocuk ilişkilerini düzelteceğim" diyebilen kişidir. O halde dikkat edin, sosyolojinin konusunu şöyle tanımlayabiliriz. Buna göre sosyoloji, "Olmasa da olur, başka türlü olması da mümkün olur dediğimiz şeyleri" incelemektir. Örneğin, bu açılış törenini yapmayabilirdik ya da yaptığımızdan farklı bir şekilde de yapabilirdik. Aynı şekilde, hepimizin bir ailesi var. Bu ailedeki ilişkiler şöyledir.  Bu ilişkiler başka türlü de olabilirdi, pekala olmayabilirdi de. Aile, aynı zamanda ayrılabilir veya dağılabilirde  Peki o zaman en iyisine nasıl ulaşırız? İşte sosyoloji, etnik bir biçimde ve tüm olabilirlikleri mümkün olduğu kadar düşünerek bize insanlar için en iyi olabilecek yolları göstermeye çalışan bir bilimdir. Tabi ki sosyolojinin hakkını vermek şartı ile. Eğer Sosyoloji ’nin hakkını veremezsek hiçbir şey yapamayız.

Sosyolojik bilgi güçtür.

Bilgi bir güçtür demiştik, o halde sosyolojik bilgi de bir güçtür. Çok net bir örnek vereyim. Mesela siyasetçiler sosyolojiyi nasıl kullanıyor? Biliyorsunuz Bill Clinton, iki yıl Amerika'ya Başkanlık etti. Seçim çalışmaları devam ederken, herkesin dışardan baktığında siyasi intihar olarak isimlendirdikleri bir uygulama yaptı. Bu homeless (evsiz) denilen % 10'luk kesime devletin yardımlarını azalttı. Bu durumda normal olarak ne beklersiniz? Beklediğimiz şey şudur: Siyasetçiler, seçime gidiyorlarsa, oy tercihlerini almak için mümkün olduğu kadar dağıtmaya çalışırlar. Oysa Bill Clinton, azaltmayı tercih etti; fakat seçimlerden zaferle çıktı.  Başarısından sonra bu sefer herkes "Nasıl başarılı oldu?" diye onu araştırmaya başladı. Danışmanlarına bir araştırma yaptırmış. Tabii ki Amerika'daki seçimlerde uzman, sosyolog, psikolog vs. danışman ekibin içinde çalışıyorlar. Araştırma şu: Toplumun hangi kesimleri oy verme davranışı gösteriyor? Bu zaten bilinen bir şey; yapılan araştırmalar gösteriyor ki; üst tabaka oy kullanmama eğiliminde, alt tabaka da oy kullanmama eğiliminde, daha çok orta sınıf denilen Amerikalılar oy veriyor. Peki devletin yardımlarıyla ilgili yaklaşımlar nasıl? Üst gelir düzeyindeki insanlar bunu pek fazla önemsemiyorlar; çünkü kendilerine kalan pay, onlar için tatminkar. Fakat Amerika'da orta sınıf şöyle düşünüyor: "Biz çalışacağız, üreteceğiz, vergi ödeyeceğiz, bu asalaklara da devlet bakacak! Onlar da bizim gibi çalışsınlar, üretsinler" diyerek devletin yaptığı yardımlara sıcak bakmıyor. Araştırmanın ortaya çıkardığı sonuç gösteriyor ki,  sandığa gidecek olan orta sınıf, devletin evsizlere, fakirlere yaptığı yardımdan rahatsız. O halde, fakirler ne düşünür diye bakmıyor; oy verecek olanlar ne düşünür diye bakıyor ve onların oylarını çekecek davranışı sergiliyor ve seçimi kazanıyor. Bu örnekten nereye gidiyoruz? Bu örnekten anlıyoruz ki, "Bilgi ne kadar yüzeyselse o kadar işe yaramazdır. Bilgi ne kadar, dar alanda, derinlemesine bilgi ise, o kadar güce dönüşen ve başarıya götüren bir bilgidir. Örneğin bir jeolog bir araştırma yapmış, araştırma sonucunda diyor ki,  "Adapazarı'nda deprem olacak," başka birisi, "3 ay içerisinde deprem olacak," başka birisi "3 gün içerisinde deprem olacak." Şimdi bu 3 bilimsel bilgiden en kıymetlisi hangisidir? 3 gün olandır. Çünkü bana 3 gün süre veriyor. Ben onun kıymetli bilgi olup olmadığını 3 gün içinde anlayacağım, diğerini 3 ay içinde, bir diğeri ise işe yaramaz bir bilgi. Deprem, her zaman her yerde olacak. Kaç yıl arayla olacağını bilmiyoruz. Bakın; ne kadar büyük laf, o kadar az bilgi. Bilgi, ne kadar dar alanda ise o kadar derin bilgi.

O halde bu durum sınavlarınızda da böyledir. Kimi öğrenci yazar 1 sayfa boyunca fakat hiçbir puan alamaz. Çünkü sosyoloji, insanların bilmedikleridir. Yani herkes kendine göre sosyologdur. Ben bu soruyu sokaktaki vatandaşa sorsam o da bana cevap verir. Sokaktaki vatandaşın verdiği cevap gibi, bana 1 sayfa boyunca yazarsanız hiçbir puan alamazsınız; ama teknik bilimsel bilgi ile yazdığınızda tam puan alırsınız. O halde, sosyoloji ile ilgili ilk dikkat edeceğiniz şey, ortaöğretim ve lise de olduğu gibi sosyal bilgiler söz konusu olduğunda genel cümleler, edebiyat cümleleri yapalım düşüncesinden uzaklaşın. Kavramlar ile teknik olarak düşünerek derslerinizde verilen bilgileri kullanın ve büyük laflardan kaçının. Rahmetli olan büyük sosyal bilimcilerimizden Erol Güngör hocamızı kız kardeşi ve eşinin de katıldığı bir anma toplantısında onlara sormuştum: “Hocamız en çok neye gülerdi?” Kız kardeşi Erol Hocayı en çok güldüren şeyin, dışardaki insanlar ile sohbet ederek eve geldiğinde onların şive taklitlerini de yaparak buna kahkahalarla güldüğünü söyledi. Durum şu; adam kahvede, "Türkiye şöyle kurtulur" diyerek asıp kesiyor, hoca da ise Türkiye’nin nasıl kurtulacağının cevabı yok. Hoca ömrünü bu işe adamış ama böyle büyük soruların kolay cevapları olur mu? Dolayısı ile bir cümle ile böyle yapacaksın, "Ülke şöyle adam olur" gibi laflar onu çok güldürürmüş ve eve geldiğinde kahkahalar ile taklitlerini yaparak eğlenirmiş. O halde düşünen araştıran sorgulayan, sorgulatabilen merak duygusu çok gelişmiş kişiler olarak bana gelerek: “Hocam siz bunları anlatıyorsunuz; fakat ben internetten araştırdım. Aynı ders Amerika’da da var. Bunları da anlatmışlar, siz anlatmayacak mısınız?” diye soracaksınız. Ne kadar ekmek o kadar peynir .. Sizler hocalarınızı ne kadar zorlarsanız o kadar fayda görüp, verim alırsınız. İşte bunları kim ne kadar yaparsa benim gözümde "değerli" kategorisinden "çok değerli" kategorisine geçer. Size çok fazla seçenekler verecek bir mesleğe başlıyorsunuz. Çalışma alanlarınız o kadar geniş ki sizler de seçime, sizler de bir o kadar seçilmeye maruz kalacaksınız. Sizin seçme hakkınız ne kadar geniş ise, başkalarının da sizi seçme durumu o kadar çok olacaktır. O halde elinizde sadece bir sosyoloji diploması ile gittiğiniz zaman özelliklerinize de bakacaklardır. O diplomaların içeriğinin ne kadar dolu olacağına bakacaklardır. Diksiyonunuz, insan ilişkileriniz, yabancı diliniz, bilgisayar beceriniz, sosyal aktiviteleriniz gibi şeylere bakılacaktır. İşte bu, üniversite süreci içerisinde vaktinizi nasıl geçirdiğiniz ile alakalıdır. Şu an da hepiniz bir yarış içerisindesiniz. Baş tarafında ve aradaki farklar her ne olursa olsun, bir birine çok yakın konumlarda yarışan gruplarsınız. Ancak 4 yıl içerisinde aranızda o kadar büyük farklılıklar çıkacak ki, "4 yılda alması gerekenleri asgarisi ile alanlar," "4 yılda sadece diploma alanlar," "4 yılda o diplomanın yanında çift ana dal yapanlar, yan dal yapanlar," "yabancı dilini geliştirenler" ve bazılarınız da bazı arkadaşlarına birkaç tur bindirerek bu dört yılı bitirecek.

"Değerli" kategorisinden "çok değerli" kategorisine geçiş

Ben hepinizi bu "değerli" kategorisinden "çok değerli" kategorisine geçmeye çalışan, çalışkan, gayretli ve zamanını en iyi şekilde kullanan, eğlenmeyi de, çalışmayı da" sporunu da yapan, bunların hepsini iyi bir plan  içerisinde gerçekleştiren kişiler olarak görmem mümkündür.

Bunları sizlerle konuşma fırsatı bulduğum için bölüm başkanımıza da teşekkür ederim çünkü bazı öğrencilerimiz ‘Ah hocam keşke bunu bize en başında söyleseydiniz’ diyorlar. Yüksek lisans, doktora yapmak için son sene karar verdiğiniz zaman çok dezavantajlı bir konumda oluyorsunuz, çünkü not ortalamanız, orada size lazım oluyor ve en başta bunun kararını alarak hareket etmediğinizde 3. veya 4. sınıfta ortalamanızı yükseltmeniz çok zor. Demek ki yüksek lisans hedefi olanlar, ilk senelerinden itibaren yüksek bir not ortalamasını hedefleyecekler. Yabancı dil karşınıza çıkacak, bu yüzden bunu geliştirmeye 1.sınıftan itibaren başlamalısınız. Şu anda bir insanın internet imkanları ile yabancı dil öğrenememesi için ya isteksiz ya iradesiz olması lazım. Çünkü artık o kadar çok imkan var ki internet üzerinden seviye seviye ilerleyerek yabancı dil öğrenmeniz mümkün. Konuşarak, yazarak, okuyarak, ekonomik fiyatlar ile bu imkana sahip olabilirsiniz. Eskiden bu imkanlar yoktu. Bizler Yeşil Türbe’ye, Ulu Camii’ye gidip bir geveze turist bulup da konuşma imkanı bulalım diye uğraşırdık. Ancak bugün internet çağında sizler de yararlanmasını bilirseniz faydasını göreceksiniz. Kimler ne kadar benim ve hocalarının tavsiyelerine uyarsa o kadar başarılı olacaktır. İçinizde bu konuşmadan kendine pay çıkararak ilkeler oluşturacak arkadaşlarınız olacaktır. Ben hepinizin bu 4 yılı çok başarılı faydalı geçirmenizi diliyor, hepinize başarılar diliyorum.

Fotoğraflar